İnsanın Anlam Arayışı

Bugün, Viktor Emil Frankl 'ın II. Dünya savaşı sırasındaki Nazi toplama kampında yaşadıklarını anlatan kitabı toplama kampının ilk günlerinden başlayarak gardiyanların insana verdiği önemi,değeri ve muameleyi görüp geçmişin tamamını dışarda bırakması,çekilen işkenceler yapılan muamelelerin sıradan bir hal aldığını işleyen kitapta,ölümü kabullenmenin insanı harekete geçireceği,yaşam için küçükte olsa bir planı olan insanın her şeye katlanabileceğini anlatan logo terapinin ilkelerini işleyen,insanın kendi yaşantısını sorgulayarak yaşadığı şeylerin önemini düşünmeye iten psikoterapi kitabından söz edeceğim

Bir gün evinde ailenle beraber yemeğini yiyorsun eşin yemeğini hazırlamış sıcacık mutlu bir aile tablon var tam o sırada kapı şiddetli bir şekilde çalmaya başlıyor, önemli bir şey mi olduğunu sanıp kapıyı açtığında  içeri Nazi subayları giriyor seni aileni oradan alıp götürüyorlar, nereye gideceğini bilmiyorsun hiç bir suçunun olup olmadığını soramıyorsun.

Seni bir trene bindiriyorlar, bindiğin trende her vagonda yaklaşık seksen kişi var. Oturacak ve ayakta duracak yer yok, eşin  çocukların nerede, ailenden kimler kaldığını bilmiyorsun. Sonra o tren seni Avrupa'nın değişik Almanya'ya yakın yerlerinde bir toplama kampına götürüyor. Bu toplama kampına giderken insanlar sana şöyle söylüyor, orada çalıştırılacaksınız. O toplama kamplarından en büyüğü olan Auschwitz Toplama kampından söz edeceğim. 

Bu toplama kampının girişinde "Çalışmak özgür kılar" yazıyor. Bura gelen insanların bir çoğu çalışacağını ve burada çalışarak bir mahkum hayatını geçirebileceklerini zannediyor ama belki de bu cümle için tarihin en büyük yalanı diyebiliriz. Buraya gelen insanların  çok azı çalışma şansına sahip olabildi ama geriye kalan insanların bir çoğu öldürüldü. Bu kampta yaklaşık 1.100.000 insan ya gaz odalarında öldürülerek sonrasında yakılarak yada kurşuna dizilerek öldürüldü.

O trenin vagonuna seksen kişinin arasına bindiği zaman kalabalıkda nefes almakta bile zorlanırken hayata dair umutlar minimuma ineceğini düşünüyorum. Bunu Auschwitz Toplama Kampında  uzun zaman geçiren ve ciddi acılara marus  kalan Yahudi psikiyatrist Viktor Emil Frankl "İnsanın Anlam Arayışın" adlı kitapta şöyle bahsediyor; 

Trende insanların içindeki umut diplere kadar iniyor. Toplama kampından içeri girdikten sonra çok iyi durumda olan mahkumlar görüyorlar. Biraz olsun umutlanmaya başlıyorlar o kadar da kötü olmayabilir. Bazı kaynaklarda kapıda bir orkestra olduğu bile söyleniyor. Aslında insanlar çok modern ve hayatın çok güzel ve kaliteli geçeceği bir yere gelmiş izlenimi yaratmak için oradaki mahkumlar özellikle seçilmiş, kapıdaki ortam tamamen propoganda amacı ile kurulmuş bir ortamdır. Nazi dönemi bilindiği üzere propogandasıyla ünlü bir dönemdir.

İçeri girmeden önce kapıda uzun bir kuyruk oluşuyor. Bir Nazi Subayı kapıda seni baştan aşağı inceliyor. İnsanların bir kısmını sol tarafa  bir kısmını sağ tarafa yönlendiriyor. Sen neden sola veya sağa gitmenin ne anlama geldiğini bilmiyor ve tedirgin bir halde bekliyorsun. İnsanların büyük bir kısmı sol tarafa gidiyor. Biraz daha dinç ve sağlıklı gözüken insanlar sağ tarafa giriyor. 

Tam burada Viktor Emil Frankl içeri giriyor  oraya beraber geldiği arkadaşının durumu eski tutuklulardan birisine soruyor;

-Arkadaşımın durumunu öğrenebilir miyim

-Arkadaşın sağa tarafa mı yoksa sol tarafa mı gitti?

-Sol tarafa gitti.

Eski mahkum ilerideki ölülerin yakıldığı krematoryum göstererek şöyle dedi

- O siyah dumanların arasında cennete gidiyor.

Sol tarafa giden insanlar çalışamayacak durumda olan insanlar bir şekilde gaz odalarına yönlendiriliyor. Burada şöyle bir ayrıntı var oradaki insanlara hiçbir şekilde öldürüleceklerine dair bir işaret vermiyorlar. Sizin yıkanmanız için banyolara götürüyoruz diyorlar. İnsanların ellerine birer sabun verip insanları kocaman banyo gibi yerlere istiflercesine sokuyorlar. Bir süre sonra orada kocaman duş başlıklarına benzer şeylerden zehirli gaz salınmaya başlıyor ve oradaki insanlar çığlık çığlığa ölüyorlar.

İçeri girdikten sonra hayat bambaşka bir hale geliyor. Gerçek hayatta hepimizin isimleri vardır , isimlerimizle çağrılırız ve neredeyse ruhlarımızla bütünleşmiştir. Ama içeri giren herkese bir numara veriliyor. artık ismin diye bir şey yok ne var sadece biliyor musun o numara var. O numara vücudunun herhangi bir bölümüne dövme şeklinde yazılıyor. Bundan sonra oradaki gardiyanlar subaylar seni o numarayla tanımaya başlıyorlar. Sol tarafa gidenler ölüme giderken sağ tarafa gidenleri de çok güzel bir hayat beklemiyordu. 

O zamanlar bu kamplarda hayatta kalan insanlar çevrelerdeki fabrikalarda çok ağır koşullarda çalıştırıyorlardı. Doğru düzgün yemek verilmeden o buz gibi havada üstlerine incecik bir palto bulabiliyorlarsa şanslı sayılırlardı. O zaman Alman ekonomisinin ve sanayisinin gelişmesini bu zamanda yoğun ve köle gibi çalışmaya bağlayabiliriz. İnsanlar geldikten sonra ailelerinden dostlarından  ayrılar ve çocuklar çoğu zaman deneylerde kullanılmıyorsa çalışamaz durumda oldukları için sol tarafa gönderilen arasında oluyordu. Burada tek başınasın hasta da olsan bir şekilde çalışabilir durumda olman zorundasın ve biraz zayıf ve çalışamaz göründüğün zaman tekrar senin için gaz odalarına gitme durumu ortaya çıkıyor. Viktor Emil Frankl şöyle diyor, çok ağır hastalandığında ayaklarında ödemler oluştuğunda, yürümekte zorlandığı zamanda her zaman dik durmaya çalıştığından bahsediyor. Çünkü ne zaman çalışamaz durumda olsa oradaki gardiyanlar onu gaz odasına gönderiyorlar.

Düşünsenize böyle bir hayatta yaşadığını...

Çok ağır koşullarda çalışıyorsun sabahları yarım litre kahve, öğlenleri birazcık çorba akşamları da bir parça ekmek veriyorlar. Yemeğin sadece bundan ibaret. 

Bu kadar ağır koşulda çalışmak için can atıyorsun, çünkü azıcık çalışamayacak durumda olsan seni gaz odasına gönderiyorlar. Bu kadar ağır koşullara herkes kolayca dayanamıyor. 

Kampın etrafı elektrik telleri ile çevrili. Bazen burada  insanlar mola anlarında oturuyor. Çok sakin gözüken bir insanın koşarak elektrik tellerine sarılarak intihar ettiği bir kaç günde bir olan rutin olaylardan olmaya başlıyor. Sonra ne oluyor biliyor musun? Kalan insanlar intihar eden insana üzülmek yerine ayakkabısı sağlam paltosu kalın mı? Eğer bu mümkünse onu almak için ölünün yanına gidiyorlar. İşte bu ağır koşullar insanı bu hale getiriyor. 

İşte bu kadar ağır koşullarda bile insanın tutunabileceği bir tek şey umut. Umudun ne kadar önemli olduğunu gösteren bir hikaye anlatmak istiyorum.

Viktor Emil Frankl eskiden çok önemli müzisyen ve besteci olan arkadaşından bahsediyor. Arkadaşı Şubat ayında gördüğü bir rüyada 30 Mart'da serbest kalacağını görüyor ve o andan sonra içini bir neşe kaplıyor. Sonra böyle bir yerde zaman çabuk geçiyor ve 30 Mart geliyor. Viktor Emil Frankl'nın arkadaşı serbest kalmıyor. Çünkü kamp hayatı hala devam ediyor. 31 Mart'da hastalanarak ölüyor. 

Bir an olsun serbest bırakılıma ve normal hayata dönme umudu, sonra içindeki o cılız umudun ışığı da söndüğünde beden direnmeyi bırakıyor. Sonrasında birden ölüm gelmeye başlıyor. 

Hepimizin hayatında zorluklar oluyor. Bu hayatın gerçeği olarak tanımlayabiliriz. Çok az insanın hayatında bu kadar ağır şeyler olur. Bir tarafta intihar etmeyi seçenler diğer tarafta ölüme gönderilenler var. Ayrıca çok ağır ruhsal bunalımlara giren insanlar da var. Ama bazı insanlar bu kamp ortamında bile dik durmayı başarabiliyor. Viktor Emil Frankl bunlardan biriydi. Buradaki bu olumsuz koşullara rağmen nasıl dik durabilirim diyor ve Logo Terapi isimli bir kuram geliştiriyor ve İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabında bundan bahsediyor. Buradan şunu çıkarabiliriz, aslında hayat senin için çok kötü giderken bile tutunduğun bir dal varsa uğraşıp üretebileceğin bir şey varsa o acılar dahada katlanılabilir hale geliyor. Nietzsche bir sözü var " Bir nedeni olan her nasıla katlanır" aslında hayatımızdaki acılara dayanmanın temelini özetliyor. Hayatımızda bazı acılar kaçınılmaz olabilir. İnsan kaçınılmaz bir acı neticesinde ne yapabilir? Kendi hayatına o acının anlamını yansıtmak zorunda. Böyle olduğu zaman o acıyı atlatabiliyor veya hayatına bir değer olarak katabiliyor.

İnsanın önce kendi amacını bulması lazım.Amacını bulmak için insanın düşünmesi sorgulaması lazım. Anlamı bulduğunda anlıyorsun ki yaşadığın şey şu andan ibaret değil. Eğer amaç bulursan bunun sonrası geçmişi var ve diğer insanlara katkıların var




Yorumlar

Popüler Yayınlar